• Anasayfa
  • Hakkımızda

  • Ne Yapıyoruz

  • Medya

  • Hazaralar

  • İletişim

HAZARA TÜRKLERİNDE KARŞILAŞTIRMALI HALK İNANÇLARI

HAZARA TÜRKLERİNDE KARŞILAŞTIRMALI HALK İNANÇLARI

HAZARA TÜRKLERİNDE KARŞILAŞTIRMALI HALK İNANÇLARI

R.YAŞAR KALAFAT

HAZARA TÜRKLERİNDE KARŞILAŞTIRMALI HALK İNANÇLARI

GİRİŞ

Hazara, Karakalpak, Karapapah, Dağıstan, Nogay, Balkar / Malkar, Karaçay, Karay, Kırımçak, Ahıska, Bulgar, Başkurt, Kazak ve Tatar Türklerinin halk inançları içerikli metinlerden oluşan bu çalışmada, konular ele alınırken büyük ölçüde hayatın doğum, evlilik ve ölüm gibi safhaları sıralaması esas alınmış imkan nispetinde, beher safha kendi içerisinde evveli, esnası ve sonrası esasına göre incelenmiştir. Ayrıca bereket, kurban, mevsimlik merasimler, gök, yer, su ve ateş gibi küllere dair yapılabilen tespitler de çalışmamız kapsamına alınmıştır.

Yapılan inanç karşılaştırmalarında bazen ikili Türk bölgeleri ele alınmış bazen de üçlü dörtlü kesimlerin karşılaştırmaları cihetine gidilmiştir. Elde edilen bulguların Türk kültürünün kaynak eserlerindeki yerlerine imkan nispetinde atıflar yapılarak yer verilmeye çalışılmıştır.

Çalışmamızda, inanç lügati, inanç ansiklopedisi inanç atlası gibi çalışmalara yardımcı olabilecek bir metot izlenilmiştir. Sufistik mahiyetli bulgular ayrıca vurgulanmaya çalışılmıştır. Bu tür tespitler aktarılırken özel açıklamalar yapılmıştır.

Kırımçak, Nogay, Balkar gibi bazı Türk kesimlere elimizdeki malzemenin sınırlılığı sebebiyle fazla yer ayrılamamıştır. Önsöz ve sonuç bölümlerinde belirtilmeye çalışıldığı gibi diğer Türk kesimler ya başka araştırma planları ile evvelce kitaba dönüştürülmüş veya Güney Sibirya Türkleri çalışmamızda olduğu gibi farklı formlarda ele alınacaklardır.

Çalışmamızın kaynak bölümüne sadece yararlandığımız yazılı ve sözlü kaynakları almakla yetindik. Metinlerin içersinde geçen eser künyelerini ayrıca kaynaklar kısmına almaya lüzum görmedik. Evvelce muhtelif yerlerde makale veya bildirili olarak yayınlanmış olan yazılara dair künye açıklaması yapılması tasarlanmış, bu tür bibliyografyanın çokluğu göz önünde tutularak, bu uygulamadan vazgeçilmiştir.

Tespitini yaptığımız halk inançları zaman zaman kendileri ile birlikte inanç dışı bilgileri de taşımamıza yol açabilmiştir. Zerdüşizmden bahsederken doğal olarak çıkılan bir Zerdüşt kalesi veya girilen Zerdüşt tapınağına dair bilgi vermek kaçınılmaz olmuştur.

HAZARA TÜRK HALK İNANÇLARI*

Hazara Türklerini ilk defa 1994 yılında gittiğim Uluğ Türkistan’ın güney bölgesi Kuzey Afganistan’da tanıdım. Daha sonra aynı bölgeye 1995 ve 1996 yıllarında da gitme imkanı buldum. Bölgeden yaptığım halk inançları ağırlıklı tesbitlerimizi iki kitapçık halinde neşrettik. Bu çalışmalarımızda Hazara Türkleri’de yer alıyordu.

Hazara dostlarımızla ilişkimiz sürdü. Bir seyahatimizde Diyanet İşleri Başkanımız Sayın Nuri Yılmaz’la Mezar-ı Şerif’te görüşen Hazara Türkleri, Kültürel kimliklerinin anlaşılıp anlatılması için yardım istediler. Bu münasebetle Başkana, Hazara Türk Kültürü ve tarihi ile ilgili 9 kitap verdiler. Bunların tercüme edilerek Diyanet Vakfı tarafından bastırılmaları düşünülüyordu.

Bu arada Türkiye’deki Hazara Türkü Gençlerin temsilcileri Sayın Cumhurbaşkanımıza başvurarak, Hazara gençlerin çeşitli kültürel yayınlar itibariyle hala Fars kaynaklarını okumak zorunda kaldıklarını bu konuda gençler için uygun kitapların hazırlanmasını talep ettiler.

Aradan 3-4 yıl geçti TÜDEV’in Pamukkale Kurultayı’nda Bilgehan Adsız Gökdağ Hazara Türkleri ve onların Dil özelliklerine dair bildiri verdi. O’nun bildirisini Hazara Türklerinden Muhammed Salihi’nin bildirisi tamamlıyordu. B.A. Gökdağ’ın 1999 İstanbul Türkiyet Kurultayında da Hazara Türkleri konusunda bir bildirisi oldu.

TÜDEV Pamukkale Kongresine konuya ilgi duyanlar bir araya geldik. Hazara Türklüğü konusunda yapılacak bir elkitabı için işbirliği yapmayı tasarladık. Ahmet Yesevi Türk Kazak Üniversitemizin baskı işini üstlenmesi için Sayın Namık Kemal Zeybek’den söz aldık. Muhammed Salihi’nin yöreden yaptığı Hazara Türk Kültürü ile tesbitlerini ben Genel Türk Halk İnançları ile karşılaştırmayı üstlendim ve birlikte bitirdiğimiz bu çalışma benim bildiri konum oldu.

Hazara Türkleri konusunda yapılacak yeni çalışmalara yardımcı olmak üzere hususla ilgili diğer iki tespitimizden birisi; TÜDEV Başkan Yardımcısı Sayın Atilla Şimşek’in ABD’den Hazara Türkleri konusunda kaynak eserler temin ettiğini tercüme ettirerek bir faaliyet başlattığını diğeri ise; İstanbul Aydınlar Ocağı’nın 1999 yılında Hazara Türkleri konusunda bir sempozyum yaptırıp dergilerinin bir sayısını buna hasrettiği hususudur.

Halk İnançları konusuna girmeden kısaca değinmek istediğim bir konuda Tasavvuf Bilginlerine göre Hazara Türklerinin etnik kimliği bahsidir. Tasavvuf Bilginleri; Hazara Türkleri’nin Eftalit Türklerinden oldukları ülkelerine daha yüksek daha hayırlı anlamında Afganistan denildiğini, Afrasyap’ın Aftalistan’da yetişmiş İbrahim mertebesinde bir ilahi uyarıcı elçi olduğunu, Afrasyap’ın Afrika, Asya ve Avrupa’da Töre koyucu olarak faaliyette bulunduğunu Hz. İbrahim’in etimolojisinin Eb=vucut, kalp baba; Ra=rahim; have im=işaret ha=ev şeklinde yapıldığı İbrahim’in kalpten konuşan baba, Arif adam anlamına geldiği ifade edilmektedir.

Ayrıca; Hazaralar’ın Azerbaycan ve Hazar Denizinin kuzeyini de kapsayacak alanda yurt tuttuklarını ticaret erbabı bir halk olduklarını, Türk kültürünü Avrupa’ya taşıyan ilk halk olduklarını, Musevi ve İsevi inanç sürelerinden geçtiklerini Hazar denizine Hazarbaycan/Azarbaycan’a ismini Hazara Türklerinin verdiğini, Uzun boylu hafif çekik, ufuk gözlü Fatih Sultan Mehmet tipinde insanlar olduklarını Fatih’in bir konuşmasında kendisinin Hazara Türkü olduğunu belirttiğini, Aftalistanın daha geniş kapsamlı ve daha eski isminin Pakturya olduğunu; Paktürklere ait ülke anlamına geldiğini Bu bölgenin Kandoher’i da kapsamına aldığını, Türk Mitolojisindeki Kontura olayının Kandohar’da geçmiş olabileceğini belirtmektedirler. (Sebahattin Güngör, Tasavvuf Sohbetleri, (Basılmamış Notlar) Burhaniye, 2000).*

Hazara Türklerinde halk inançlarını ele alırken zaman zaman halk kültürünün diğer alt başlıkları ile ilgili bilgiler de vereceğiz.

Doğum döneminden sonraki saflarda çocuk oyunlarına da çalışmamızda yer ayıracağız. Evlilik münasebetiyle yer verdiğimiz toy ve şölenlere oyunlar münasebetiyle halk sporu olarak da değineceğiz. Keza Bereketle ilgili anlatılarımız vesilesiyle mevsimlik merasimler ve bunlara ait inanışları halk takvimini de anlatacağız. Nazar bahsinden sonra, kısa da olsa halk tababetine de yer vermeye çalışacağız.

Yaptığımız karşılaştırmalarda her inanç ve amaçla ilgili uygulamayı vesile yapıp, çok rastlanan benzer uygulamaların tekrarından kaçındık. Daha ziyade yapacağımız karşılaştırmalarda en iyi motifi aramaya çalıştık.

Halk inançlarının, hayatın dönemleri itibariyle sıralamasını; doğum, evlilik, ölüm olarak yaptık. Hocamız Dursun Yıldırım’ın Türk halk kültürü şartlarına uygulayarak geliştirdiği bu metodu takip ederken, çalışmamızı dipnotları ile doldurma cihetine de gitmedik.

Doğum evvelinde yapılan uygulamalarla ilgili inançlar, çocuğu olmayan, sürekli kız çocuğu olup hiç erkek çocuğu olmayan, erkek çocukları yaşamayan, ilk çocuğun erkek olmasını isteyen ailelerin anne adayı ve çocukla ilgilidir. Ad verme doğumdan sonra olmakla beraber, doğum evvelinde de verilecek isimle ilgili bazı inançlar vardır.

Hazara Türklerin de çocuğu olmayan hanımlar için koyun ve keçi soyulur (kestirilir). Bayan bu kesilmiş olan hayvanın derisine sarılır. Akciğer ve bazı iç organları anne adayının bel ve karnının üzerinde yarım saat için koyulur.[1]

Çocuğu olmayan anne adayı için erkek keçi kesilip onun sıcak derisine anne adayını sarma inanç ve uygulaması Balkan Türklerinde de vardır. Bu derinin vücudu sıkacağına sıkışmış vücudun kan damarlarını açacağına ve kan deveranını hızlandıracağına inanırlar.[2] Bazı durumlarda bayan Baksiye götürülür. Yine Hazaralarda çocuğu olmayan hanımlara muska yapılır. Kadın muskayı boynuna pamuktan yapılmış olan iple asar. Bu işlerden sonra kadının analığa hazır olacağına inanılır.

Çocuğa kalamayan kadın için “bakıcı kadın” “Emici Ana” “Ebe Ana” “Ocaklı Ana”lara gitme, Nuska/Muska, Tomar boylama, hamayıl yazdırıp taşıma geleneği Türk halkları arasında çok yaygındır.

Hazaralar da kız çocuğu çok olup, oğlu olmayan aileler son kız çocuklarına Cume gibi erkek ismi de koyarlar.

Sürekli kız çocuğu olan ve erkek çocuğu bekleyen, artık kız çocuk istemeyen veya çocuğu yaşamayan aileler, çocuklarına koydukları isimle gaip alemine bazı mesajlar vermek isterler. Bu uygulamayı Uluğ Türkistan, Avrasya, Ortadoğu ve Balkanlar’daki çeşitli Türk halklarında görmekteyiz. Mesela Anadolu’da “Kızyeter” Kafkasya’da “Tamam” Vahit Azerbaycan’da “Besti” veya “Kız Besti” isimleri konur. Türkmenistan’da “Oğlan Gerek” Kuzey Mezopotamya’da “Döndü” “Döne” Doğu Karadeniz’de “Kafiye” isimleri konur. Ayrıca; Tokta, Durmuş, Dursun, Ömür, Yaşar gibi isimlerin de mahiyeti aynıdır.[3]

Hazarların yaşamayan erkek çocuklarına entari giydirilir, küpe takılır. Bazı ailelerde, erkek çocukları çok öldükleri için, erkek çocuklarının ismini kötü bir şeyin ismini koyarlar. Örneğin Çalme Hazara dilinde tezek demektir.[4] Erkek çocuğu yaşamayana ailelerin çocuklarının yaşamaları için onlara kız isminin konulması, onlara kız giysilerinin giydirilmesi, saçlarının uzatılması, küpe takılması, onların korunmaları amacıyla yapılır. Sadece erkek çocukların ölümüne sebep olan güçleri bu yöntemle aldatmak amaçlanmıştır. Çocuklara yaşamaları için çirkin isimler konulması da onların beğenilmemesini sağlamak içindir. Bazen de çocuklar özellikle pasaklı tutulur yüzüne kömür sürülür veya bezendikleri zaman kem sakınılır. Bununla amaç çocuğu görünen ve görünmeyen nazar türünden tehditlerden muhafaza etmektir. Güçlü hayvanların isminin konulmasından da amaç aynıdır.[5] Bu isimin tehlike unsurlarını yıldıracağına inanılır. Bu uygulamayı da Türk Dünyasının birçok yerinde görmekteyiz, bunların Türklerin mensubu bulundukları eski inançların uzantısı oldukları ifade edilmektedir. Nitekim Hazara Türklerinde Çalme anlamına gelen büyükbaş hayvan dışkısının ismi Anadolu Türklerinde Kerme veya Kelme’dir.

Hiç çocuğu olmayan aileler çocuğunun olması için, şeyhlerin nefsine hakim ve haram yememiş kimselerin mezarı ziyaret edilir. Nefsi ve nesli güçlü kimseden bir “dua verin” diye talepte bulunur.

Ulu gabirlerden çocuk edinme inancı Kamizm önemi Türk halk inanç sisteminin bir ürünüdür. İslamiyet’te Veli Kültü olarak devamlılık göstermiştir. Türk halkları arasında çok yaygın olan bu inanca göre Allah’ın halis kullarının Allah indinde itibarlı yeri vardır. Bu şahıslar dileğin Allah’a ulaşmasında yardımcı olurlar. Bunların mezarları da istek iletilmesinde etkilidir. “Nefsi ve Nesli” temiz olma Türk halk safizminde bilhassa Afganistan gibi Uluğ Türkistan’ın güney bölgesinde, bu itibarla da özel önem arz eder.

Hazara halkı, çocuğu olmayan beyanları kutsal yerlere, ziyaretgahlara götürüler ve buralarda Allah (C.C.) dan yardım istenir. Çocuk dünyaya geldikten sonra Babe Nazar, Bibi Nezire gibi isimler koyarlar. Doğumdan sonra çocukla beraber ziyarete giderler ve kurban keserler, dua ederler. Allah’tan çocuğu uzun ömür isterler.

“Bibi”nin Türk halk tasavvufunda özel bir yeri vardır. Bibi, Anadolu’da bazen hâlâ ve bazen de Teyze anlamında kullanılmakla beraber asıl anlamı gün görmüş hikmet sahibi, ağzı dualı, eli bereketli, aziz hatun kişi demektir. Daha ziyade tecrübeli ebe analar için kullanılır. Bir bibi doğum yaptırdığı çocuk sayısınca önem ve manevi itibar kazanır. Zira Bibi bir canlının dünyaya gelmesinde bir ananın doğumuna yardımcı olmuştur. Özbekistan ve Güney Azerbaycan Türkleri arasında ünlü bibi yatırları vardır. Belirli zamanlarda efsaneleşmiş bibilerin adına özel günler düzenlenip ve bu günlerden bereket, saadet, sıhhat gibi güzellikler beklenir. Bibi Kültü Balkanlarda da vardır. Etimolojisi Baba ile ilgilidir.

Doğumla ilgili dönemlerin kesin sınırlarla ayrılmaları pek kolay değildir. Doğumu takip eden ilk kırk gün, annenin “Kırklı” dönemidir. Bu dönemde ona özel itina gösterilir. Bu dönemdeki inançlar “et”, “su”, “kirli su”, “bağ”, “ayna”, “Ad verme” ve “beslenme” ile ilgilidir.

 

 

 

 

 

Hazaralar’da kadının kırkı çıkıncaya kadar et yemez, onun bulunduğu eve et girmez, çiğ et, kirli su evin üst tarafından da geçirilmez. Kırkı çıkmamış anne yedi gün evin eşiğinin dışından gelen yemeği yemez. Kırk gün kendi evinden dışarıya, meydana, pazara çıkmaz. Bu kırk gün içinde çocuk ve annesinin bulunduğu odaya bayan abe/ebe hariç kimse giremez. Evin kapısı bir ip ile bağlanır bu ipi görünce, haberi olmayan kişiler de haberdar olurlar. Anne kırk gün yalnız bırakılmaz, her zaman yanında biri olur. Refakatçi konuşabilecek bir çocuk bile olsa olur. Anne yalnız iken aynaya bakmaz, yine geceleyin aynaya bakmanın herkes için sakıncalı olduğuna inanılır. Kırk gün sonra anne en büyük erkek evladı ile veya kocasıyla dışarıya çıkar suyun kenarına kadar gider, su içer ve oradan en yakın akrabanın evine uğrar ve böylece (Çill Puri) kırkı biter. Anne için bu kırk gün içinde özel yemekler yapılır. Örneğin Deleme, sütten Atele ve süt, pirinç, şeker, un karışımı çeşitli tatlılar yapılır.[6]

“Kırk” inancı Türk halkları ve birlikte yaşadıkları diğer halkların arasında çok yaygındır. Tasavvuf bilgileri ana rahminde bebeğin oluşumu, doğumdan sonraki ruhi oluşum süreci ölümden sonra ruh-beden-alem ilişkileri itibariyle açıklık getirdikleri bir konudur. Kırk, Kırklı ve kırkın çıkarılması ile ilgili birbirlerini tamamlayan adeta bir bütünün parçaları mahiyetinde çok sayıda inanç ve uygulama vardır.[7]

Kırklı kadının bulunduğu eve daha ziyade odaya çiğ et, dışardan getirilmiş etin sokulmaması Özbekistan Türklerinde de vardır. Et getirilme zarureti var ise, et ilkin yere konulur. Kırklı çocuk evin üst başına götürülür ve yukarıya kaldırılır. Böylece etin çocuğu veya annesini (basma)sı önlenilmiş olur. İnanca göre, bütün canlıların doğum münasebeti ile Kırk’ı vardır. Kırkların karışması bebeklere zarar verebilir. Doğu Anadolu’da anne çocuğunun kırkının kurdun, kuşun, yılanın, kurbağanın v.s.nin kırkı ile karışmaması için bu hayvanların isimlerini anarak bazı sihri sözler söylerler. Etten sakınılmakla, o hayvanda varlığı kabul edilen ve hayvanın etinde devamlılık arzeden kuvveden bebek ve anne sakınılmış olunur.

Kırklı annenin evin dışına çıkmayışı korunma gereksinimindendir. Evin eşiğinin altındaki ev iyesi, içeri girecek kötü ruhlardan evin içindeki insanları korumaktadır. İp bağlamak sadece fiziki düğüm atma olayı değildir. Bağ yapılan ip ile, sihirli bir şeyler de yapılmış olur. Bağ bağlamak ayağı basmayan çocuk, kısmeti açılmayan kız, gerdekte başarılı olamayan damat, yas evinin kapısının bağlanması ve benzeri haller itibariyle halk inanç felsefesinde batını boyutu da olan bir olgudur.

Kırk annenin ve bebeğinin yalnız bırakılmaması, karanlıkta bırakılmaması, yastığının altına demir sarımsak, yatağının başına Kelam-ı Kedim konulması korunmaları amacıyladır. Bu konuda Türk halklarından çok örnekler verilebilir.

Ayna, halk tasavvufunda sadece arkası sırlı bir yansıtıcı cam parçası değildir. O aynı zamanda manevi sırlar da içermektedir. Aynanın cinleri topladığına inanılır. Bunun içindir ki, gece aynaya bakılmaz aklı kesmeyen çocuk aynaya baktırılmaz. Bazı hallerde ayna örtülür. Aynaya bakan kimse “Allahümmesalli”yi okur.[8]

Su başlarında gidilmesi ise, Türklerin eski inanç sistemlerinin hatıralarından olup “Su Kültü” ile ilgilidir. Bunun da örnekleri oldukça çoktur.

 

 

 

 

Hazara Türklerinde çocuğun “Kalıcı isimini” büyük baba veya büyük anne her ikisi de yoksa, evdeki en yaşlı kişi koyar. Bazen de çocuğun babası Kur’an-ı Kerim’i açar açtığı sayfada geçen ilk ismi koyar. Bazı zamanlar evde bulunan herkes bir isim yazar ve bütün isimleri alıp okuyup karıştırırlar. 2-3 yaşındaki bir çocuğa bunlardan birini al derler ve çocuğun çektiği isim, çocuğun kalıcı ismi olur. Ad verme genelde doğumdan üç gün veya yedi gün sonra olur.[9]

Türklerde “geçici ad” ve “daimi ad” uygulaması destanı hayat döneminden beri yaşamaktadır. Dedem Korkur’da, Korkut Ata ilk ismi koyar, daha sonra adsız dönemden sonra, namzetten bir kahramanlık beklenilir. Kalıcı ad bu defa verilmiş olurdu. Türk kültüründe “Yaş Gününden” ziyade “Ad günü” vardır. Bu günlerde muhakkak şölenler yapılır, aç doyurulur, sadaka dağıtılır. Bu günde Anadolu ve Kuzey Mezepotamya Türkleri arasında çocuğun dünyaya geldiği gün (Doğum Toyu) yapılır. Özbekistan da özel (Ad Toyu) yapılır.[10]

Doğum sonucu inançlar münasebetiyle; Doğum kurbanı, doğum toyu/bebek toyu, nazarlık olarak kurt dişi, mavi boncuk, ayet, gibi nesnelerin kullanımı sünnet toyu, saç toyu, ak-kara iyelerve hal/ben ile ilgili tespitler açıklanmaktadır.

Hazara Türklerinde ilk evladın dünyaya gelişinde bir kurban kesilir ve eti komşulara dağıtılır. Eğer çocuk erkek ise, “toy yapılır ve herkes davet edilir, Yemekler yenilir eğlenilir. Çocuğu kırk gün sonra beşiğe koyarlar ve beşiğin direğine kurt kemiği ve çocuğun yeleğine de kurt dişi takarlar. İnanca göre kurt dişi, nazardan korur ve kurt kemiği onun geleceğini temin eder. Kurt dişive kemiğinin yanında değişik taşlar, mavi boncuk gibi şeyler de kullanılır. Aynı zamanda Ayetel Kürsi, Yasin-i Şerif gibi Kur’an-ı Kerim’in surelerini de 7 veya 3 değişik renkli beze sarıp beşiğe veya çocuğun omuzuna takarlar. Hazaristan’ın bazı yerlerinde çocukların nazardan korunmaları için beyaz ve siyah iplikler birarada bükülür, çocuğun boynuna asılır. Buradaki siyah ve beyaz renkli ipler insan gözündeki siyah ve beyazı simgeler çocukları nazardan korumak için mavi boncuk takılması inancı Türkler arasında çok yaygındır. Özel “Nazar boncuğu” türleri vardır. Mavi genel de nazara karşı koruyucu olarak bilinir. Nazardan korunmak için ayetler yazılı muska ve levhaların kullanılması sadece çocuklar için değildir. Ayrıca Koruyucu Taşların bu maksatla kullanılması “Taş Kültü” ile ilgilidir.

Beyaz ve Siyah Ak ve Kara halk inançlarımızda mitolojik derinliğe sahiptir. Ak, iyi ve yardımcı olabilecek iyeleri Kara ise, çekinilen iyeleri simgeler. Kordon halinde getirilmiş ak ve kara yün ipliklerden koruyucu kol ve bel bağı yapılması, Türkmenistan’da da yaygındır. Kuzey Doğu Anadolu’da kara koyunun kılı ile yerin derinliklerine inen, ak koyunun kılı ile ise, yerin yüzüne çıkabilen efsane kahramanları anlatılır. Ayrıca hayvan nazarlıklarının da bağı ak ve kara ipliklerin bükülmesinden meydana getirilmiştir. Bükülmüş iplikler ak ve karayı temsil ederler. Buna “alagegtor / ala göktar” denilir.

Hazaralarda yeni doğmuş olan çocukların kulaklarına ezan okunur. Hazara Türkleri Allah’ın binbir adından birini çocuklarına isim olarak koyabiliyorlar. Allah’ın ismi yalnız başına çocuğa ad olarak konulmaz genellikle Abdul veya Gulam-ki ikisi de Kul / kulu demektir. İsmin başına gelir. Abdul Gafur ve Gulam Cabbar gibi Peygamberin ismi de tek başına “Muhammed” diye konulmaz ve Gulam Muhammed, Gulam Nebi gibi isimler konulur. Hazaralar da Ali, Hasan ve Hüseyin isimleri çok yaygındır. Fatima / Fatma, Zeynep, Asiye ve Gülsüm isimleri de çok yaygındır. Hazara Türklerinde çocukları yaşamayan aile, daha sonra doğan çocuğun yaşaması için onlara Pir Muhammed, Şeyh Muhammed, Sofi Muhammed, Muhammed Nazir veya evvelcede belirtildiği gibi kötü isimler Çelma (Tezek) gibi isimler konur. Oğlan ise, bayan ismi kız ise, erkek ismi de verilir. Çemen, ismi erkeklere verilir, Cume, Çemenşah, Cumegül gibi isimler bayanlara verilirler.[11]

Hazara Türkleri erkek çocuğun doğmasını kız bebeğe göre daha fazla isterler. Doğan bebek erkek olunca havaya ateş edilir. Yakın dost ve akrabaların, komşuların katılımıyla düğün yapılır, yenilir içilir ve oyun oynanır, şarkı söylenir. Bebeğin ismi bu düğün sırasında konulur. Bu şölen “Doğum Toyu”dur.[12]

Erkek çocuğun ilk saç kestirme Toyu; Hazara Türkleri arasında çok önem verilen bir düğündür. Çocuk 1,5 veya 2 yaşına geldiğinde bu toy yapılır. Konu komşu yakın akraba ve dostlar bu Toya katılır. Akşam namazı kılındıktan sonra yenilir içilir çocuğa yeni elbiseler yeni ayakkabı, yeni şapka giydirilir. Genç bir kişi çocuğu toplumun olduğu ortama getirir. Çocuğun varsa büyük babası, yoksa hayatta bulunan en yaşlı kişi, makasla çocuğun saçından bir tutamını bismillah çekerek keser ve saçı şapkanın içine koyar. Bu esnada çocuğa ev ve araba gibi şeyler bağışlanır. Daha sonra aksakalın “sağ” tarafından itibaren çocuk dolaştırılır ve herkes çocuğun saçından bir miktar keserek şapkaya para bırakır. Paranın dışında bazı kişilerin hediye olarak at koyun keçi gibi hayvanları verdikleri de görülür. Ayni uygulama bayanların arasında da yapılır. O gecenin geç saatlerine kadar gençler eğlenir. Bu uygulama “Saç Toyu” olarak bilinir.[13]

“Saç Toyu” Türk halkları arasında çok yaygındır. Bu toyda eğlence düzenlenir hediyeler alınır yarışlar yapılır. Çocuğun ilk saçı muhafaza edilir. Berbere özel hediyeler verilir. Saçı altınla tartıp sadaka veren aileler vardır. Türkmenistan’da saç sağdan itibaren kesilir.[14]

Sünnet Toyunda, yakın akrabalar ve komşular sünnet olan çocuğun bulunduğu evde toplanırlar. Sünnet merasiminde çocuğa hediyeler verilir ve Kur’an okunur, yenilir içiler ve eğlenilir. Güreş yapılır, dutar eşliğinde şarkılar söylenir ve oyunlar oynanır. Bu eğlenceler “sünnet toyu” olarak anılır.[15]

“Sünnet Toyu” ve toya bağlı olarak kirvelik müessesi önasya Türk kesimlerinde de çok yaygındır. Kirve çok yakın akrabadan daha ileri tutulur.

Kurtla ilgili inançlar Türk halk inançlarında hayatın her döneminde gözlenilmektedir. Doğu Anadolu’da çocuğun cesur olması için burun kanadı veya kulak memesi delinerek oradan “kurt kılı” geçirilir. Çocukların korkularını atmaları için kurt postunun ağzından geçirildikleri olur. Kırklanılacak çocuğun “Kırk Suyu”na veya nazarlıklara Kurt dişi konulur. Kurt Türk halk inançlarında “Kurt Ata” inancından kaynaklanan bir mahiyet arzeder. “Kurt Ağzı bağlamak” yabanda kalan evcil koyunun korunması amacıyla yapılır. Etrafında efsaneler oluşmuştur. “Bağ” ve “Bağlanmak” “Bağlı olmak” bir inanç kotudur. Bağın çözülmesi için yapılan uygulamalarda dikkatimizi en fazla çekenler kurt ile ilgili olanlardır. Halk inançlarının derinliklerinde güçlü bir “Kurt Kültü” vardır. Bağlı gelini ve damadan bağlarının bozulma yöntemleri de vardır. Anadolu’nun Güneydoğu Türkmenleri ve Hakkari Türk aşiretlerinde bağın bozulması için Çiftler kurt postu üzerinde birleştirilirler. Toros Türklerinde henüz vurulmuş kurdun soğumamış kanı ile bağlı çiftlerin cinsel organları yıkanır. Hakkari’de, bağı çözmek için gelin ve damadın parmakları kurt kanına bulanır ve parmakları ile çarpı işareti yapılır. Biz Kırım Türkleri arasında “Kurtnezir” veya “Seyit Kurtova” gibi isimlere rastladık. Zira adanmış çocuk sahipli sayılır. Ziyaretteki ulu zat onun sahibidir.[16]

Hazara Türklerinde Çarebeg ve Coremah isimleride konulur. (Core Farsça’da dört demek) Dördüncü çocuklarının isimlerini genellikle Çaribay, Çaribeg diye koyarlar.

Hazara Türklerinde çocuğun vücudunda doğuştan “hal” “ben” var ise, ona Haldar, Halmuhammed gibi isimler konulur. Çocuğun vücudunda kızıl lekeler varsa, ona Nurmahammed, Nurmurad, kız ise, Nur Begüm, Nur Bibi, Nurgül isimleri konulur. Seyitlik müessesi bilindiği gibi aileye verilen bir unvandır. Baba Seyit ise, çocuğun isminin de başına “seyit” kelimesi gelir. Ailenin bütün şahısları seyit ismini alır. Erkek ise, Seyit Ali, Seyit Hasan gibi kız ise, Seyit Begüm… gibi isimler alırlar. Mevlüt gecelerinde doğan çocukların ismini çocuk erkek ise, Mevlüt kız ise, Mevlude koyarlar. Ramazan ayında doğan çocuklara ise, Ramazan Şerif, çocuk kız ise, Şerife Rozegül konulur. Yine Safer ayında doğan çocuklara Safer, Safer Murat, Muharrem ayında doğanlara Muharrem ve Aşura gününde veya yakınlarında doğan çocuğa Aşur Aşur Bey isimleri konulur. Uzun süre hiç çocuğu olmayan aile erkek çocuğu olunca ismini Talib koyar, Çocuğun sağlıklı ve uzun ömürlü olması için Durmuhammed, Polat gibi isimler konulur.

Aşure Türk halk kültüründe bir Kült oluşturmuştur. Hazırlanışı, içerisine konulacak malzeme, dağıtım biçimi, boş aşure kabının iade edilişi etrafında bir hayli inanç ve uygulama geliştirilmiştir.

Hazaralarda Cuma gününde dünyaya gelen erkek çocuğa Cuma adı verilmektedir veya adak adanan erkek çocuğa, Nazirbay, Muhammed Nezir, Nezirbeg kız çocuğu ise, Nezir begüm veya Nezirbibi ismi konur. Bayram günlerinde doğan çocuğa, Eyd Muhammed, Eyd Murad, kız çocuk ise, Roşegül ismi konulur. Çocuğu olmayan veya çocuğu olup da ölen aileler çocuğuna adak adarlar. Adanmış çocuk, adak adanan çocuk büyüyünce ev işlerinde çalıştırılmaz. Adak adanılan ziyarete her sene götürülür.[17]

 

*     Bu yazı Durmuhammed Salihi ile birlikte ilkin bildiri olarak sunulmuş daha sonra Atayurttan Anayurda Türk Kültürü Dergisi’nde yayınlanmıştır.

*     Şimdilik 100 sahifeyi bulan bu çalışmanın hazırlanmasında destek ve yardımını esirgemeyen Sayın Mehmet Atay ve Sayın Tülin Öncel’e teşekkür ediyorum.

[1]     Kaynak Kişi: Halime Alişahi, tahsilsiz ev hanımı, Dereysuf İlçesinde yaşamakta olup, 47 yaşındadır.

[2]     Yaşar Kalafat, Kuzey Afganistan Türkleri (…) İstanbul, 1994.

[3]     Yaşar Kalafat, Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri, Ankara, 1999.

[4]     Kaynak Kişi: Hatice Salih ilkokul mezunu evhanımı. Somangan ilçesi Dereysuf köyünde yaşamaktadır. 40 yaşındadır.

[5]     Abdulkadir İnan, Makaleler ve İncelemeler, Ankara, 1992.

[6]     Kaynak Kişi: Hacı Abdulgafur Semangon’ın Dereysuf ilçesi Şeyhe köyünde imamdır, 70 yaşındadır.

[7]     Yaşar Kalafat, “Türk Halk İnançları İtibariyle Doğu Anadolu ve Toroslarda (Kırk) Motifi” Milli Folklor, Yaz 1994, S.22, Sh. 15-21.

[8]     Yaşar Kalafat, “Halk İnançlarında Hususiyle Tahtacılarda Ayna (…..) a.g.e. Sh.75-107.

[9]     Kaynak Kişi: Muhammed Ali, Semongon ili Dereysuf ilçesi, Sarı Asyap bölgesinde yaşayan 56 yaşında tahsilsiz bir kimsedir.

[10]    Yaşar Kalafat, Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri, Ankara, 1989.

[11]    Kaynak Kişi: Durbibi, Semogan’ın Çongop bölgesinde yaşayan 65 yaşında köyün ebesidir.

[12]    Kaynak Kişi: Hacı Corebeg, Abagagu köyünde 1994 yılında 88 yaşında ölmüş, ilkokul tahsilli bir çiftçi.

[13]    Kaynak Kişi: Hacı Corebeg.

[14]    Yaşar Kalafat, Avrasya Türk Halk Sufizmi, (…) Ankara, 1997.

[15]    Kaynak Kişi. Halime Alişah, Muhammet Ali.

[16]    Yaşar Kalafat “Alanya Yöresinde – Kilit-Bağ Kilitlenmek-Bağlanmak” Alanya 9. Tarih ve Kültür Semineri 19-21 Kasım 1999.

[17]    Kaynak Kişi: Hacı Calabay, Seriasyap bölgesinde yaşayan, 91 yaşında bir çiftçidir.

 

 

 Afganistan Hazaraları Derneği